Zaman kavramı üzerine yapılan felsefi tartışmaların genel çerçevesini belirleyen ilk düşünürler arasında, Aristoteles ve Augustinus’un merkezi bir yer tuttuğu aşikardır. Söz gelimi, her kim zaman hakkında kavrayış edinmeye girişecek olursa, zaman kuramlarını kavramsal olarak inceleyerek anlam bütünlüğünü kavrama çabasına girişecek ve bu amaç doğrultusunda kaçınılmaz olarak İlk Çağ ve Orta Çağ için zaman dendiğinde başat isimler olan bu iki ismin kavramsal mirasları ile karşılaşacaktır. Özellikle İlk Çağ ve Orta Çağ dönemlerinde zaman anlayışına yön veren bu iki filozof, sonraki düşünürler için de bir temel oluşturmuştur.
Bu açıklama
ekseninde bu çalışma, Aristoteles’in Fizik adlı eserinde, Aurelius
Augustinus’un İtiraflar adlı yapıtında ve Martin Heidegger’ın Varlık
ve Zaman isimli çalışmasının temelini yansıtan ve kitabının yayınlamadan
yaklaşık üç yıl önce, 1924 tarihli konferansında yaptığı ‘Zaman Kavramı’
başlıklı öncül konuşmasında ‘zaman’ kavramına ilişkin söylemlerinin birbirine eklemlenmesinin okuyucuyu
götürebileceği yerin vurgusuna yönelik olarak, zaman üzerine ortaya koydukları
düşünceleri karşılaştırmalı bir perspektif ile ele alarak, derinleştirilme
çabası güdülen bir zaman kavramı inceleme çalışmasıdır. Bu bağlamda analojik
yorumlara tabi tutularak incelemesi gerçekleştirilen kitap, Saffet Babür’ün
çevirisini yaptığı Zaman Kavramı başlıklı eser olacaktır. Böylelikle, farklı
dönemlere ait bu üç büyük filozofun zaman anlayışlarının nasıl birbirine
eklemlenebileceği ve bu eklemlenmenin kişiyi zamanın doğası hakkında hangi
derin düşüncelere sevk edebileceği ortaya konulmaya çalışılacaktır.
1.
Aristoteles’te Zaman: Devinim ile İlişkisi
Fizik,
Aristoteles'in bütün evreni sistemli ve tutarlı bir doğa felsefesi bağlamında
anlamaya ve açıklamaya çalıştığı önemli bir yapıtıdır. Doğa felsefesinin en
temel konusu ve ilkesi kabul ettiği hareketi (kinesis) anlama ve açıklama
arzusu ile doğa felsefecisi olarak nitelendirebileceğimiz Aristoteles, zamanı da
doğrudan doğa felsefesinin, yani fiziğin konusu olarak ele almaktadır. Ona göre
doğanın ilk ilkesi harekettir (kinesis) ve hareketin anlaşılamadığı bir
yerde doğanın ve dolayısıyla zamanın da anlaşılamayacağı açıktır. Aristoteles,
bu açıdan zamanı doğrudan doğa felsefesinin bir konusu olarak değerlendirir;
çünkü zaman, hareket ve yer ile birlikte doğanın üç temel ilkesinden biridir. Aristoteles
tarafından zamanın ciddi bir biçimde ele alınıp yakından incelenmesinin sebebi
bu dur; zira ona göre zaman, hareket ve yer kavramıyla birlikte doğa
felsefesinin temel ilkelerinden birisidir. Zamanın varlığı, elbette harekete ve
dolayısıyla mekânda bir değişime dayanır; fakat zamanın ölçülmesi bir nevi zihnin
yaptığı bir saymadır.
Klasik
anlamdaki formuna dair ilk bilimsel temellendirmeyi yapan doğa filozofu
Aristoteles’e göre zaman, hareketin “önce” ve “sonra" olarak sayılmasıdır
(Physica IV.11, 219b1-5). Aristoteles’in pasajlarında yer alan kavramları ve
tanımları doğrultusunda hareket temelli bir tür hareketin/devinimin
ölçüsü/sayısı olarak zaman kavramı ele alındığında karşımıza yeni
kavramlar çıkmaktadır. Bu tanım, zamanın hem fiziksel bir
olguya/gerçekliğe (harekete bağlı olması nedeniyle) hem de zihinsel bir
faaliyete/sürece (sayma eylemi) bağlı olduğunu gösterir. Zamanın ölçülebilmesi,
insan zihninin hareketi ayrıştırıp, düzenleyebilme yeteneğine bağlıdır. Bu
bağlamda Aristoteles, zamanın ontolojik statüsünü, nesnellikle öznellik arasına
yerleştirir: Zaman, nesnel gerçeklikte var olan bir hareket olgusu ile,
zihinsel tasnifin ürünü olan bir kavram arasında salınır. Bu yönü ile
daha net ifade edilecek olursa, Aristoteles’in zaman anlayışının, nesnel bir
gerçeklik ile öznel bir kavrayış arasında konumlandığı da söylenebilir.
Aristoteles’in
zaman anlayışında iki güçlü metafor farklı anlamları ile ön plana çıkmaktadır.
İlk metafor; çember ve üçgen. Çember (kyklikos chronos), doğadaki
döngüsel hareketlerin, sözgelimi mevsimlerin dönüşü, gökcisimlerinin devinimini
temsil ederken; üçgen ise, zamanın çizgisel ve ilerleyen yönünü simgeler. Daha
ayrıntılı bir biçimde ele alacak olursak üçgen (grammikos chronos),
çizgisel ve ilerleyen bir zaman anlayışını temsil eder; biz insanın tarihsel ve
bilinçli deneyim sürecini sembolize etmektedir. Bu iki metaforik ayrım, daha
sonra zamanın dairesel ve doğrusal modelleri arasındaki tartışmaların da temel
zeminini oluşturacaktır.
Diğer anlamı
ise, zamanın şimdi (nun) anı üzerinden kavranması da Aristoteles’in
yaklaşımında merkezi bir rol oynar. Şimdi, geçmiş ile gelecek arasındaki ayrımı
sağlayan bir sınırdır. Ancak bu sınır sabit değildir; her "şimdi",
hemen geçmişe kayar. Pasajında da belirttiği gibi: Zamanın bir parçası varolmuştur, /artık/
yoktur; öteki parçası ise olacaktır, henüz yoktur. Bu nedenle,
zaman sürekli bir akış ve değişim içerisinde kavranır. Aristoteles’in analizi,
zamanın statik bir varlık değil, dinamik bir süreç olduğunu ortaya koyar. Şimdi,
geçmiş ile gelecek arasındaki ayrımı yapan bir sınır olmakla birlikte, zamanın
ölçülmesini mümkün kılan sabit olmayan bir andır (Physica IV.12). Zira zamanı
bir çizgi olarak düşündüğümüzde zamanın parçasının da çizgi olduğunu söyler
Aristoteles, nokta değil. Sayıyı sayılabilir olanla, zamanı devinimle, devinimi
zamanla ölçüyoruz şeklinde belirttiği pasajlarında, kendinin de vurguladığı
üzere, insanın tabiatı gereği bilmek isteyişine karşılık verir.
2.
Augustinus’ta Zaman: Bilinç, İçsel Doğa, Ruh ve Teoloji
Augustinus’un
zaman anlayışı, Aristoteles’in nesnel yaklaşımından farklı olarak öznel ve
bilinç temellidir. Augustinus, zaman kavramını doğrudan insan bilincinin yapısıyla
ilişkilendirerek inceler. İtiraflar adlı eserinde zamanın doğası üzerine
düşünürken, zamanın varoluşsal bir paradoks içerdiğini vurgular. Ona göre,
geçmiş artık yoktur, gelecek henüz yoktur ve şimdiki zaman ise kaybolur
kaybolmaz geçmişe dönüşür. Bu nedenle, zamanın "gerçek" bir varlığının
olup olmadığı sorgulanmalıdır: Eğer hiçbir şey olmamış olsaydı geçmiş zaman
olmazdı, eğer hiçbir şey olacak olmasaydı gelecek zaman olmazdı, eğer hiçbir
şey olmasaydı şimdiki zaman olmazdı. (...) Şimdiki zaman, eğer hep şimdi
olsaydı ve geçmişe kaybolmasaydı, artık zaman değil, ebediyet olurdu. (İtiraflar,
Kitap XI, Bölüm 15). Zaman üzerine derin sorgulamalarda bulunan
Augustinus’u, pasajlarında Tanrıya seslenir ifadeleri ile okuruz. Teolojik
yanı ile inanır ki Tanrı için zaman geçerli değildir; çünkü Tanrı
zamansızdır (eternitas). Tanrı'nın varlığı ‘sonsuz şimdi’de yer alır. Bu görüş,
Augustinus’un zaman anlayışına teolojik ve metafizik bir derinlik kazandırır.‘Anlayabilmek
için, inanıyorum’ ifadesi ile tam kavrayışın tanrısal boyutuna vurgu yaparak, zamanın
ölçülemeyen ve tanımlanamayan yapısını vurgular ve ekler: Soruşturuyorum, kesin
bir şey söyleyemiyorum. Ya da bir diğer meşhur ifadesiyle: “Zaman nedir? Kimse
bana sormazsa biliyorum; fakat sorulursa açıklayamam.” (Confessiones XI,
14.17).
Augustinus’a göre zaman, dış dünyada değil, insan zihninde – daha doğrusu
ruhunda – var olan bir fenomendir. Zamanı; geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde
ayıran üçlü yapı, onun düşüncesinde şu biçimde somutlaşır: Geçmiş, bellekte
(memoria), Şimdi, dikkatte (attentio) ve gelecek, beklentide (expectation). Bu
bağlamda zaman, insanın ruhsal deneyimiyle sıkı bir bağ içindedir. Pasajlarında
da belirttiği üzere: Üç zaman tanımı vardır: geçmiştekilere
ilişkin şimdiki zaman anı, şimdiye ilişkin şimdiki zaman anı ve geleceğe
ilişkin şimdiki zaman anı.
Augustinus,
zaman konusundaki paradoksal durumları İtiraflar’da yer alan pasajı ile
şöyle ifade eder: “Gene de kesinlikle şunu söyleyebilirim: Eğer hiçbir şey
olmamış olsaydı geçmiş zaman olmazdı, eğer hiçbir şey olacak olmasaydı gelecek
zaman olmazdı, eğer hiçbir şey olmasaydı şimdiki zaman olmazdı. O hâlde şu iki
zaman, geçmiş ve gelecek, geçmiş artık olmadığına göre gelecek de henüz
olmadığına göre ne biçimde vardır? Yine şimdiki zaman eğer hep şimdi olsaydı
geçmişte kaybolmasaydı artık ‘zaman’ olmazdı, ebedîlik olurdu. O hâlde
‘şimdi’nin ‘zaman’ olması için geçmişte kaybolması gerekiyorsa hangi anlamda
ona ‘vardır.’ diyebiliriz? Mademki var olmasının nedeni var olmayı bırakması
oluyor, bu durumda var olmamaya gittikçe ‘zaman’ olduğunu söylememiz doğru
oluyor.” (Augustinus, İtiraflar, 11. kitap, 15. bölüm).
Augustinus,
zamanın varlığını, insan zihninin ölçümlerine ve algısına bağlar. Zaman,
zihinsel bir gerilim (distentio animi) halinde tecrübe edilir: Geçmişi
hafızayla anımsarız, geleceği beklentiyle tahayyül ederiz, şimdiki zamanı ise
algı yoluyla kavrarız. Ancak bu üçlü gerilim, daima bir kayma ve geçicilik
içerdiğinden, zaman asla tam anlamıyla yakalanamaz. Böylelikle Augustinus,
zamanın nesnel bir gerçeklikten ziyade, öznel bir bilinç olgusu olduğunu öne
süren sorusunu ortaya atarak zaman kavramına ilişkin yorumunun son noktasını
koymuştur.
3. Heidegger’de
Zaman: Varoluşun Yapısal Unsuru
Heidegger’in “zamansallık” (Zeitlichkeit) kavramı, klasik zaman anlayışlarını radikal biçimde dönüştürür. Ona göre: gelecek dasein’ın olanaklarına yönelmesi, geçmiş kendi tarihsel geçmişini üstlenmesi (Geworfenheit), şimdi ise gelecek ve geçmişin etkileşiminde ortaya çıkan varoluş anıdır. Bu üçlü yapı, otantik (eigentlich) bir varoluşla otantik olmayan (uneigentlich) bir varoluş arasındaki farkı da açıklar. Ölüm bilinci (Sein-zum-Tode), Dasein’ın kendi zamansallığına yönelmesini sağlar. Bu bağlamda Heidegger’in zaman anlayışı, varoluşçu felsefenin temel taşlarından da biri olmaktadır.
Aristoteles,
Augustinus ve Heidegger'in zaman üzerine düşünceleri, farklı dönemlere ve
düşünce iklimlerine ait olsalar da zamanın hem fiziksel hem de bilinçle ilgili
yönlerini tartışarak derin bir felsefi miras bırakmışlardır. Aristoteles
zamanın hareketle olan kozmolojik ve metafiziksel bağını vurgularken,
Augustinus zamanın insan bilinci içerisindeki paradoksal doğasına dikkat çekerek
teolojik tutumunu kavramlarına yansıtmıştır. Heidegger ise zamanı, varoluşun
temel bir boyutu olarak yeniden düşünmüş, sorunun sorulma şeklini ve hatta
sorunun kendisini değiştirmiş, zamansallığın insanın dünyadaki varlığı için ne
kadar kurucu olduğunu göstermiştir. Bu üç filozofun zaman kavrayışlarının
karşılaştırılması, yalnızca zamanın doğasına ilişkin daha kapsamlı bir anlayış
geliştirmemize katkı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda insanın evren içindeki
konumuna dair daha derin bir sezgi kazanmamıza da olanak tanır.
Çalışmanın kapsamının
girişte belirtilen kitap olmasına karşın, sistematik olmamakla beraber,
düşünürlerin kavramları ayrıca literatür taranarak da incelenmeye çalışılmıştır.
Alana dair daha derin bir iç görü kazanmak adına daha fazla okunma yapılmasının
yanı sıra bazı kısıtlılıkların da üzerinde durulmak istenmektedir. Öncelikli
olarak bazı kavramların dilsel farklılıklarının göz ardı edilemeyeceği
gözlemlenmiştir. Aristoteles’in: zamandan bahsederken hızlı ve yavaş geçti demiyoruz
lakin az ve çok sürdü diyoruz, bu sebeple ‘çok’ ile ‘az’ ı sayı aracılığı ile, devinimin
çokluğu ve azlığını ise zaman aracılığı ile seçiyoruz demek ki zaman bir sayı… şeklinde
ilerleyen yorumlarından da anlaşılabileceği üzere kavramların analizi
noktasında asıl metinlere ulaşılmasının yahut dilsel farklılıkların analojik
bir zeminde oturtularak incelenmesi, çözümlenmesi gerektiği fark edilmiştir.
Bir diğer konu
ise kitabın sunuşunda yer edinen açıklama olan, bu derlemenin asıl metninin
Heiddeger’in konuşması olduğuna dair olan vurgudur ki bu manasız bulunmuştur. Nihai
bir zaman tanımı yapmak mümkün olmasa da, bu düşünürlerin katkıları, zaman
kavramını farklı boyutları ile ele almakta ve bu eksende daha derinlemesine
düşünmemizi sağlamaktadır. Zaman, sadece saatlerle ölçülen bir nicelik değil,
aynı zamanda insanın kendisini, evreni, dünyayı ve ötekini anlama çabasında
belirleyici bir kategoridir. Zira tam bir kavrayışa sahip olmak isteyen biri
için her bir düşünürün boyutlarının birbirini destekleyen yanları olsun ya da
olmasın, eklemlenme olmasa da felsefi biliş adımı atılabilmesi bakımından,
aydınlanma ihtimali olan yegâne bir varlık olan insan için önemli bir
konumdadır.
Bahsettiğimiz
ve açıklamaya giriştiğimiz bu üç yaklaşım, zamanın bir yandan evrensel
düzenin bir parçası, diğer yandan insanın bireysel ve tarihsel
varoluşunun temel belirleyeni olduğunu gösterir. Aristoteles zamanın kozmolojik
ve matematiksel yönünü vurgularken, Augustinus zamanın içsel, tinsel,
teolojik ve bilinçsel doğasına yönelmiş; Heidegger ise zamanın varoluşsal
bir boyuta sahip olduğunu ileri sürmüştür. Belki de zaman kavramı,
Aristoteles’ten Augustinus’a ve Heidegger’e uzanan felsefi çizgisinde değil,
Aristoteles’in döngüsel metaforunda olduğu gibi bir uzantı da düşünülürse hem
nesnel hem de öznel boyutlarda olmak üzere farklı düşünürlerin kavramları ile
yeniden tanımlanmış olarak anlaşılabilir.
Kaynakça
Aristoteles
vd. (2007), Zaman Kavramı. İmge Yayınevi
Karaköse,
Ö. F. (2021). Platon, Aristoteles ve Augustinus’ta zaman kavramı. Trabzon
İlahiyat Dergisi / 8(1), 75–104.
Yorumlar
Yorum Gönder