... koku, tam da yaslandığı kayadan gelirdi. o gün de dünküler gibi, gelip geçti. elinden avucumdan, kemiklerimden ve tebessümünün ucundan, ağırca süzülüp aktı da zaman, geride yalnız hüzün üstüne hüzün bırakmadı mı sahi? ne olduysa, bir gecede olur gibi, öylece dondu. her şey bir rüyayla son buldu. duyamadım, söyler misin neden böylesine bir istençle doldun da uzaklaştın benden? söyler misin neden, nasıl azar azar vazgeçtin? lütfen bir şeyler söyle, neydi seni benden uzaklaştıran, içine sinmeyen? söylesene, kızgın değilim, yalnızca soruyorum. nasıl oldu anlatsan ya? bir sabah artık devam edemeyecek gibi mi hissettin? bir gece de mi unutmak istedin? ölecek gibi miydin? ter içinde uyandığın kabusunla göğsün sıkıştı, evet evet- birden kendini dışarı mı atmak istedin? ılık bir meltem mi esti o soğuk gecede, gözlerini örttüğünde herkes ve her şeyden nasıl koptuğunu mu fark ettin? sevdiğim... peki neden ben orada değildim? "ben bu cumartesi günü saat altı ile altı buçuk arası tünelde bekliyorum. bir işin çıkarsa öbür cumartesi aynı saatte yine beklerim" bekliyorum, gelsinler de döksünler içlerindekini. kalan umudum sığındı kucağıma, bir akşamüstü oturmuşum gün batımının karşısın(d)a ve gezinirken bir çalgının tellerinde hesabı kitabı bırakıp da bir kenara- seni affedebiliyorum yalnızca. nereden buluyorsun bu deyişleri? kalbim soğusun ki affedebileyim her şeyi. düşüyor, yaşıyor, sürükleniyor... bunun adı hangisiyse artık, evet evet, düşüyorum. iri bir çift göz geziniyor sokaklarda ve ben bazı zamanlar senin fısıltıyla konuştuğunu sana hatırlatır oluyorum. özür dilerim. bendeniz, tahammülsüzlüğün troniesi! avutucu sözlere, küçük ihanetlere, yarım itiraflara çoktandır vedalı, yalnızca kabullenmiş akşam saatlerini alıp yanına da batmalı- ne unutabiliyor ne de hatırlayabiliyor lakin ezberi tam, koşullu sevgilere tövbeli, ışığı görüp solmuş filmler ile dolu bir albümü bile var, daha geçenlerde duvarlarından birer birer topladı. en kötü hatırasından uzakça, ama hep onu izleyerek bir ömür doldurmalı...
dün rüyamda yine ölüyordun. keşke- keşke anlattığın bazı şeyleri tekrardan dinleyebilseydim. acaba ömrünün son günleri nerede geçecek? hangi şehirleri görebileceksin? arzuladığın aile resmine sığabildin mi? saçını ne kadar uzatabildin? annen gönlünü aldı mı? dostlarınla daha sık görüşüyor musun? gökkuşağını gördün mü? hiç daha fazla mektup yazmalıyım dediğin oluyor mu? aklına en sık kimler geliyor? niye yeni unuttun? miden nasıl? o filmi beğenmiş miydin? nasıl oldun? depremi hissettin mi? sağlığın yerinde mi? hiç pişmanlık duyuyor musun? hem çok iyi bildiğim hem de hiç mi hiç tatmadığım bir sessizlik bu. bana bakıyorsun -o kadar alıştım mı sahi- köşede sarı yağmurluklu bir çocuk annesinin elinden tutuyor. bana bakıyorsun. bir çocuk. omurgadan ibaret, refleksel bir mahlukat olarak tasfiri bulunabilen? çocuk. tehlikeli kimyasallar vücuda en çok solunum yolu ile alınır. bunu karaladığım defter mor ve dışarısından yaldızlı parlakça bir görünüşü var. çocukluğumdan kalmış ol...