Ana içeriğe atla

çek şu üzerimdeki cesedi

 3.12.23

ağır yürüyüşleri ile yolu tamamlamaya girişen insanlar, mesai saatinin bitimine geri sayım için sıradayım, miskin bir çift gözün kendinden hallice uyuşuk olan adımları, oyuncak arabanın inleyen motorunu dinleyen biz çevre sakinleri, kulağıma -kaçıncı döngüde olduğu belirsiz- takılan şarkı, dilime dolanan -bu kaçıncı belirsiz- bir yerlerden aşınma bir şiir, saçlarımı karıştıran oyuncu dalgalar, art arda kaynayan anlamsız döngüden çalıntı cümle bozuntuları, hisleri sırtlanıp kelimelerle oynayan, bozuk para soran mağrur bir ses -çokça uzaklarda ama-, beklediğim aramanın titrekliği gözbebeklerimde, kahkahası kesilmeyen inşaatın usul usul göğe uzanması -yine mi?, tanrım yine mi?-, bir yere olmayan bu yürüyüşü benimse(me)dim, özür dilerim, ama eskilerden bir ses, tok ama alaylı, kaşlarının reveransı canlanıyor, vurguları taptaze, gözleri canlı ve sesleniyor bana kadar uzayan parmakları; "lügatta efelik olmaz!" 

soğuk sayılmaz ama ellerim üşümüş olmalı, aç sayılmam ama sindirdiklerimden de memnun değilim, bilemiyorum, memnun değilim. aklıma üşüşen isimler, sahi, hangi birinizi daha dün gece misafir ettim? sıklaştı ziyaretler, şayet hatırlayabildiklerimden şikayetçi değilim. 

üzerinde oturduğum sıra eski, dokuya karışmış işlemelerde oyalanıyor parmaklar, göçebe ve uzak... ne de mutlu! anlamlı bir tarih olmalı. anlamlı olmalı... anlam- tabii ya! komik! 

komik olmalı. iddia ediyorum, izleniyorsam şayet, gülüneceğim. artık zamanı geldi diyorum. artık, zamanımız geldi. çokça geç bile kalınmış olabilir. geç kal(ın)mış olabilir. mühim. mühim, değil. mühim değil. tebessümümden belli, kırık ve kırgın. ne yapalım, ben de böyle çizileyim. 

lakin demiştim. bir yere varmak üzere olmayacak bu yürüyüşlerim. ben, hiçbir şey yazmasam bile, birkaç sayfa karalıyor olacağım demeliyim. mühim, değil.

huzuru, huzur diye-bildiğimi ve tüm içime sinemeyenleri bir bir anlatacağım sana.

sana, sana her bir şeyi anlatabilmek iste(r)dim. canın mı sıkkın, tamam, gözlerinde ki arayışıma bir ara verebilirim. gülüyor muyum dersin, hemen nefesimi tutmalı, dinle(n)meliyim. ağırca bir torbayı tek eliyle taşıyan adam. önden ilerleyen. demek ki arkasında bıraktığı biri var demelisin. ağır olmalı? bu rahatsızlık veren pabuçlarla, ritmi kayıp bir sezgiye edilemeyen bir dansın ağırlığı. değil mi dersin? tamam. sen bilirsin.

evet. elbette. elbette sana sesleniyorum.

sana her bir şeyi anlatabilmek iste(r)dim. kaleme üşüşmeye dursun isimler, gelip kuruluveriyorlar birer yabancı gibi karşıma. iyi de nasıl diyeceğim ben bunca şeyi şimdi sana? hem de o umursamayan ifaden asılı kalmışken dudağının kenarında? yüzlerinde yine o tanıdık sis, zaman zaman o minik alaycı gülümseme.

o minik,

alaycı

kıvrımlar

o minik, alaycı kıvrımlar, kendilerine has manalı laflarını kuşanan, tesirleri sancı olan o kalkan, doğrulan, dikte eden, parmak sağlayan, o iyi niyetli olan, hep iyi niyetten olan,

o küçük,

o minik,

o kahrolası

alaycı kıvrımlar...

dedim ya, özür dilerim ama, hiçbir yere gitmiyorum. bir yerlere varmak üzere olmayacak bu yürüyüşüm.

baygın gözler, sarhoş değil, sarhoş, sarhoş, sar- değil.

sana her bir şeyi anlatabilmek isterdim. 

...

daha da bir acır oldu kalbim. 

acıdım.

hepten ekşiydim. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yavaşça içine çöken tortu

 sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyorsu

kime baksam

  bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım diyor. kimlere ve hangi zamanlar(d)a bu denli yaralandığını inan hiç kestiremiyorum, ama güzeldin. güzel bakardın bi kere, çok önceleri, yani- severdin. bu kapıyı usulca çekip gitmeler, bu anlayışlar, ağlayışlar, bu hayat, her gün hiçbir şey olmamış gibi başlamalar, bu boş iştahlar, aldanmalar, adanışlar, bu boşluğa açıklamalar, unutuşlar, affedişler, bu farkında değilmiş gibi yapmalar, gitmeler, sevişler, bu söyleyişler senin değil ki.  başımı göğsüne saklıyorum.  soluk, üşüyen bir nabzın var. yüzün bembeyaz, kıpırtısız... ellerin çok daha küçük, hafızasız...  suyun derinliklerinde, yüzüne uzaklardan vuran bir ışık ve üzerinde ölü kardelenlerle, yaralı düşer(l)e sürüklenip duran gövdeni usul usul sindiriyor sükunetin. yitirdiğin cennetler(l)e yediğin vurgunları soluyorsun.  rüzgar seni uzaklara sürüklüyor, dermansız saçların ölüm sinen çehreni dağıtıyor, gözlerin örtülü, süregeliyorsun.  ama sen bilirsin. insanlar aynı şeyleri söyl