Ana içeriğe atla

ben uzun anlamları severim

yazarlığım, hatırladığımdan fazladır ve inanın ki kastım size değildir. hüznüm karalamadığım günlerin yasındandır ki; ben uzun anlamları severim, muhatabımın siması ellerimden hayat bulmakla yetinecektir. görmeyi hiç ummadığım tuhaflıklarla tanıştığım-tanışmadığım kişilerce konuşmalara çıkartıldığım uzun yürüyüşlerim vardır ve bilirsiniz ki üslubum yitiktir. şayet anlatacak bir şeye de inancım kalmamıştır. sözüm eksik, kafiyem yarım, anlamım hep kesilir. neyi anlatsam onu kaybederim. anılar(ım) kaybolmaya meyillidir. 'her satır, her sütun ve her bölgenin içerisinde...' evet evet- her satır, her sütun ve her bölgenin içerisinde her rakamdan, yalnızca bir tane olmalıdır. rica ederim nokta koymayınız söylemeden. elbette, kusuruma bakmayın özür diliyorum. küçük küçük alayacı dudak kıvrımları ve... yazıyorum evet, lütfen ağır ağır söyleyin. evet, elbette... hani- hani böyle hafif sararmaya yüz tutmuş dişiler sıralanmışken çatlakların kenarına- artık vazgeçmem gereken kimseler kalmadı etrafımda. belki bir gün, önümden geçen bir trene binip bilmediğim yerlere gidebilirim. orada, öylece bekleyip duruyorum. kaç sefer, kaç sen ya da kaç gece oldu, inan, bilmiyorum. aşıklardan korkuyorum. vedalaşmaları, yahut ihaneti o denli küçük yaşta öğrenmeyen, kendisine ilk, seni seviyorum, yapbozunu kurana sadakatini bırakan birilerinin sayısız doğan çocuklarından biriyim. beni bekleyen kimseler kalmadı ardımda. öyle ki, ne yapıp ne etsem, yine de seni terk etmiş olacak ben diye-bildiğim. kalbimin tek, gözlerimin yalnız bana ait olduğu zamanlardaki susuşlarımı özledim. gözlerinde yıldızlar gezdirdiğin zamanlardı... ne de çok geldim denizine, kendimi seninle değişebilmek için. 

anlamsız bir beceriksizlik ve kıt bir kavrayışla ettiğim, düşüncelerden bir hayli ivedilikle kurulmaya hevesli söz denen şey; istemimin katılmadığı saçmaları sıralar oluyorum, alçaklık beni pek bi gafil avlamış olmalı, öyle ki bir şey sormam gerekirmiş gibi; iyi de ne diyeyim? (geçenlerde sana birkaç mektup yazdım.) kim, neyi bilebilir ki? (sonra bu iç döküşlerimi hak etmediğini düşündüğümü hatırlıyorum-) bu noktaya nasıl geldim? (evet. hak etmediğimi.) diyorum. nasıl kandırdım sahi seni? nasıl da kemirdim, eksilttim, ufalttıkça ufalttım da hiç ettim? 

yalnızca bakıyorum. susadım, az önce üşüyordum. filme hiç ara verilmiyor, çıkanlar geri giremiyor, ölüler-sevilenler salona çürük bir koku yayıyor ve koltuklar oldukça rahatsız; sıkıldım, tahammülümü yitirmek üzereyim. elbet az sonra bir yerlere kaçınıp, seyretmek uğruna oturup sıcak bir şeyler içer, yanıt ver(e)mediğim soruları düşler, yoldan geçenleri izlemeye oyalanır, sonra da yarınıma dönerim.  bana ne anladığım sorulmaz. ben karışmaya, müdahil olmaya heveslendirilemem, oyunumu severim lakin oyun bana göre değildir, kaybolma isteğim giderilmez, umudum körüklenemez, gecem elbet biter ve ben yorgun ayaklarım, yitik heveslerim ve inik gövdemle masama dönerim. cebimde hazır istifalar bekler, sevgiden tanımım eksiktir, sık özür dilerim ve dilimin ezberi zayıftır, her yemeği kaçırışım her masaya geç kalışımdandır, zamanım yetemez, çokça tökezlerim. kollarını açıp açıp kuşlara doğru koşturduğum bir avlum vardır, çok gider çıplak ayaklarım denizine, sırf kendimi seninle değişebilmek; sırf dalgalarını seyre dalabilmek için. 


mehlika


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yavaşça içine çöken tortu

 sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyorsu

çek şu üzerimdeki cesedi

 3.12.23 ağır yürüyüşleri ile yolu tamamlamaya girişen insanlar, mesai saatinin bitimine geri sayım için sıradayım, miskin bir çift gözün kendinden hallice uyuşuk olan adımları, oyuncak arabanın inleyen motorunu dinleyen biz çevre sakinleri, kulağıma -kaçıncı döngüde olduğu belirsiz- takılan şarkı, dilime dolanan -bu kaçıncı belirsiz- bir yerlerden aşınma bir şiir, saçlarımı karıştıran oyuncu dalgalar, art arda kaynayan anlamsız döngüden çalıntı cümle bozuntuları, hisleri sırtlanıp kelimelerle oynayan, bozuk para soran mağrur bir ses -çokça uzaklarda ama-, beklediğim aramanın titrekliği gözbebeklerimde, kahkahası kesilmeyen inşaatın usul usul göğe uzanması -yine mi?, tanrım yine mi?-, bir yere olmayan bu yürüyüşü benimse(me)dim, özür dilerim, ama eskilerden bir ses, tok ama alaylı, kaşlarının reveransı canlanıyor, vurguları taptaze, gözleri canlı ve sesleniyor bana kadar uzayan parmakları; "lügatta efelik olmaz!"  soğuk sayılmaz ama ellerim üşümüş olmalı, aç sayılmam ama sind

kime baksam

  bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım diyor. kimlere ve hangi zamanlar(d)a bu denli yaralandığını inan hiç kestiremiyorum, ama güzeldin. güzel bakardın bi kere, çok önceleri, yani- severdin. bu kapıyı usulca çekip gitmeler, bu anlayışlar, ağlayışlar, bu hayat, her gün hiçbir şey olmamış gibi başlamalar, bu boş iştahlar, aldanmalar, adanışlar, bu boşluğa açıklamalar, unutuşlar, affedişler, bu farkında değilmiş gibi yapmalar, gitmeler, sevişler, bu söyleyişler senin değil ki.  başımı göğsüne saklıyorum.  soluk, üşüyen bir nabzın var. yüzün bembeyaz, kıpırtısız... ellerin çok daha küçük, hafızasız...  suyun derinliklerinde, yüzüne uzaklardan vuran bir ışık ve üzerinde ölü kardelenlerle, yaralı düşer(l)e sürüklenip duran gövdeni usul usul sindiriyor sükunetin. yitirdiğin cennetler(l)e yediğin vurgunları soluyorsun.  rüzgar seni uzaklara sürüklüyor, dermansız saçların ölüm sinen çehreni dağıtıyor, gözlerin örtülü, süregeliyorsun.  ama sen bilirsin. insanlar aynı şeyleri söyl