Ana içeriğe atla

ben ki yalnız tül perdelerine inanan

zeminin altında olmalıyım sanıyorum.

tenhalığın her anında küçümseyici gülüşler işittim. ismim ile her karşılaştığımda karanlıkta seyirciydin. yere düşen çatalı uzattım, önümden geçenlerden biri sendin. şimdi inanmıyorsun ama bir isim haykırıldı ki dönüp bakılsın, koşan da duran da sendin. telefonun ucundaki ses 'sağ ol' demekte gecikti, susan sendin. bir filizin boynu bükülmüş olmasın ki kıvrılan dudaklar sendin. 

zemin kat olmalı sanıyorum. duruldu, ağırca kenara çekilindi önler iliklenmeden. ayrılışlar izlendi ve kavuşmalara şahitlik edinildi hiçbir gocunma belirtisi sergilenmeden. 

kapı olağan ağırlığında kapanırken merdivenler öylece kurulmuş bizi seyretti. derme çatma inançlarıma tutunarak eşlik ettim onların rahatlığına, hadi ben suskunum da sen ne diye iki kelam etmedin sahi? neden çıkmadın? neden atmadın kendini soğuğa da döndün gerisin geri?

kim söyledi, hangi düşünür demişti hatırlamıyorum diyor kadın, kapı aynı katta tekrar açılırken hitap ettiği kitlesine yönelerek. ona bakıp da tebessüm ettiğimi sonraları algılıyorum- kimsenin vakti olmadığını da. 'insanı öyle büyük felaketler değil de işte böyle küçük küçük anlar delirtiyormuş diye, gerçekten haklı.' tek nefes vermeli gülüşler bir anda çoğalıyor ve aynı hızda sönüyor. o devam etmiyor. biz de.

her katta duruyoruz ve en son ben iniyorum.

zemin kat olmalı sanıyorum..

-.3.24

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yavaşça içine çöken tortu

 sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyorsu

çek şu üzerimdeki cesedi

 3.12.23 ağır yürüyüşleri ile yolu tamamlamaya girişen insanlar, mesai saatinin bitimine geri sayım için sıradayım, miskin bir çift gözün kendinden hallice uyuşuk olan adımları, oyuncak arabanın inleyen motorunu dinleyen biz çevre sakinleri, kulağıma -kaçıncı döngüde olduğu belirsiz- takılan şarkı, dilime dolanan -bu kaçıncı belirsiz- bir yerlerden aşınma bir şiir, saçlarımı karıştıran oyuncu dalgalar, art arda kaynayan anlamsız döngüden çalıntı cümle bozuntuları, hisleri sırtlanıp kelimelerle oynayan, bozuk para soran mağrur bir ses -çokça uzaklarda ama-, beklediğim aramanın titrekliği gözbebeklerimde, kahkahası kesilmeyen inşaatın usul usul göğe uzanması -yine mi?, tanrım yine mi?-, bir yere olmayan bu yürüyüşü benimse(me)dim, özür dilerim, ama eskilerden bir ses, tok ama alaylı, kaşlarının reveransı canlanıyor, vurguları taptaze, gözleri canlı ve sesleniyor bana kadar uzayan parmakları; "lügatta efelik olmaz!"  soğuk sayılmaz ama ellerim üşümüş olmalı, aç sayılmam ama sind

kime baksam

  bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım diyor. kimlere ve hangi zamanlar(d)a bu denli yaralandığını inan hiç kestiremiyorum, ama güzeldin. güzel bakardın bi kere, çok önceleri, yani- severdin. bu kapıyı usulca çekip gitmeler, bu anlayışlar, ağlayışlar, bu hayat, her gün hiçbir şey olmamış gibi başlamalar, bu boş iştahlar, aldanmalar, adanışlar, bu boşluğa açıklamalar, unutuşlar, affedişler, bu farkında değilmiş gibi yapmalar, gitmeler, sevişler, bu söyleyişler senin değil ki.  başımı göğsüne saklıyorum.  soluk, üşüyen bir nabzın var. yüzün bembeyaz, kıpırtısız... ellerin çok daha küçük, hafızasız...  suyun derinliklerinde, yüzüne uzaklardan vuran bir ışık ve üzerinde ölü kardelenlerle, yaralı düşer(l)e sürüklenip duran gövdeni usul usul sindiriyor sükunetin. yitirdiğin cennetler(l)e yediğin vurgunları soluyorsun.  rüzgar seni uzaklara sürüklüyor, dermansız saçların ölüm sinen çehreni dağıtıyor, gözlerin örtülü, süregeliyorsun.  ama sen bilirsin. insanlar aynı şeyleri söyl