Ana içeriğe atla

apartman boşluklarına sıkışmış güvercinler

 ve sen bir rüyayı düşlercesine süregelirken, saatlerce sevmekte olduğun o sokak kedisi ansızın sana bakar olur. sana benzer. sadece boşluğa akıttığın o yetim sevincin karanlığına sızmış, biraz uzağına oturmuş ve gözlerini senin omuzlarına iliştirmiştir. afallarsın, çünkü boşluğunda seyirci olmasına alışık değilsindir. afallarsın, çünkü izlenmektesindir. bu anların, bu kimsenin kimseyi umursamıyormuş gibi yaptığı bu şehri biraz daha yaşanılır kılabileceğini düşünürsün. az sonraları, donuk elini çözer, hayıflanarak oradan uzaklaşır olursun ve gözler boşluğunu usul usul terk eder. yüzün hoyrat dalgalara karışır. ayakların yine ıslaktır. sanki kuma basıyor gibisindir. ara sıra kapını çalan ve elinde kupalarla sana ilerleyen o korunaksız hüzünden yüz gelir aklına. içinde yalnız kendi sesi var gibidir. tedirginliği acısını hem yalın kılmaktadır hem de savunmasız. hafifçe yarana doğru eğilir. bir anlam sanarda bilemezsin. ruh tanıdıktır lakin çıkaramazsın. sonra yüz, o yanık tebessümünü kondurur dudaklarına ve sen suçunu inkâr edemez olursun. sonbahardan bir akşamdır. yağmur yerlere, kaldırımlara ve bodrum katlarına kaçmıştır. soluk tenli, yorgun ve gözleri gülmeyen insanlar doldurur otobüsünü. anlamsız hareketleri, muhatabı olmayan konuşmaları mevcuttur ki böylelikle delirişlerini hemencecik seyre dalarsın. hep birden söylenir sana sözler ve hep ansızın yakalanırsın. dersin ki; 'benim yüzünden', 'sevdiğinden', 'üzüldüğünden', 'kastetmediğinden', 'fark etmediğinden', 'sevilmediğinden', 'sevgi nedir bilmediğinden', 'bilmediğinden' dersin ki; 'gideceğinden', 'sevmediğinden', 'bilmeyeceğinden', 'bilmediğinden', 'terk edeceğinden'. 

bir sonbahar akşamıdır. sofradasındır. yağmur şemsiyelere, duraklara ve saçlara sığınmıştır. odana kapanır ve günlerce çıkmazsın. için söylediklerinden bihaber ve tam karşıtı iken, bir sabaha karşın terk edileceğini bilir ve susarsın. susar ve adım seslerini sayarsın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yavaşça içine çöken tortu

 sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyorsu

çek şu üzerimdeki cesedi

 3.12.23 ağır yürüyüşleri ile yolu tamamlamaya girişen insanlar, mesai saatinin bitimine geri sayım için sıradayım, miskin bir çift gözün kendinden hallice uyuşuk olan adımları, oyuncak arabanın inleyen motorunu dinleyen biz çevre sakinleri, kulağıma -kaçıncı döngüde olduğu belirsiz- takılan şarkı, dilime dolanan -bu kaçıncı belirsiz- bir yerlerden aşınma bir şiir, saçlarımı karıştıran oyuncu dalgalar, art arda kaynayan anlamsız döngüden çalıntı cümle bozuntuları, hisleri sırtlanıp kelimelerle oynayan, bozuk para soran mağrur bir ses -çokça uzaklarda ama-, beklediğim aramanın titrekliği gözbebeklerimde, kahkahası kesilmeyen inşaatın usul usul göğe uzanması -yine mi?, tanrım yine mi?-, bir yere olmayan bu yürüyüşü benimse(me)dim, özür dilerim, ama eskilerden bir ses, tok ama alaylı, kaşlarının reveransı canlanıyor, vurguları taptaze, gözleri canlı ve sesleniyor bana kadar uzayan parmakları; "lügatta efelik olmaz!"  soğuk sayılmaz ama ellerim üşümüş olmalı, aç sayılmam ama sind

kime baksam

  bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım diyor. kimlere ve hangi zamanlar(d)a bu denli yaralandığını inan hiç kestiremiyorum, ama güzeldin. güzel bakardın bi kere, çok önceleri, yani- severdin. bu kapıyı usulca çekip gitmeler, bu anlayışlar, ağlayışlar, bu hayat, her gün hiçbir şey olmamış gibi başlamalar, bu boş iştahlar, aldanmalar, adanışlar, bu boşluğa açıklamalar, unutuşlar, affedişler, bu farkında değilmiş gibi yapmalar, gitmeler, sevişler, bu söyleyişler senin değil ki.  başımı göğsüne saklıyorum.  soluk, üşüyen bir nabzın var. yüzün bembeyaz, kıpırtısız... ellerin çok daha küçük, hafızasız...  suyun derinliklerinde, yüzüne uzaklardan vuran bir ışık ve üzerinde ölü kardelenlerle, yaralı düşer(l)e sürüklenip duran gövdeni usul usul sindiriyor sükunetin. yitirdiğin cennetler(l)e yediğin vurgunları soluyorsun.  rüzgar seni uzaklara sürüklüyor, dermansız saçların ölüm sinen çehreni dağıtıyor, gözlerin örtülü, süregeliyorsun.  ama sen bilirsin. insanlar aynı şeyleri söyl