Ana içeriğe atla

bilmeni isterim ki

ölmeni istiyorum. kim istemez ki? öl istiyorum. 

sanki bundan daha olağan bir şey yokmuş gibi, sanki hep herkesin ölmesini istiyormuşum gibi- sanki senin aksine ölü bedeninin imgesi dahi bana daha iyi gelebilecekmiş gibi. ansızın yüreğime uğrayan bir sızının sebebinin haberini işitmekten olmasını, saçımdaki meltem dinmeden uykundan bir daha uyanmamış olmanı, ne bir kargaşa ne de bir gürültü olmaksızın usulca çekilmeni- ölmeni istiyorum. yıllardır kimseyi sev(e)miyorum. neyim varsa vitrinde, hepsi hüzünden. her gün köz soluyorum. gecenin dudakları kanıyor, ben ki ne zamandır seni sana susuyorum? gecenin dudakları kanıyor, öfkeden bir akşamüstü oluyorum. inan bana, inan... ölen kediyi tanıyorum. parmak uçlarım yanıyor, gecenin dudakları kanıyor ve ben seni özledim- bu kentte ölmek istemiyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yavaşça içine çöken tortu

 sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyorsu

çek şu üzerimdeki cesedi

 3.12.23 ağır yürüyüşleri ile yolu tamamlamaya girişen insanlar, mesai saatinin bitimine geri sayım için sıradayım, miskin bir çift gözün kendinden hallice uyuşuk olan adımları, oyuncak arabanın inleyen motorunu dinleyen biz çevre sakinleri, kulağıma -kaçıncı döngüde olduğu belirsiz- takılan şarkı, dilime dolanan -bu kaçıncı belirsiz- bir yerlerden aşınma bir şiir, saçlarımı karıştıran oyuncu dalgalar, art arda kaynayan anlamsız döngüden çalıntı cümle bozuntuları, hisleri sırtlanıp kelimelerle oynayan, bozuk para soran mağrur bir ses -çokça uzaklarda ama-, beklediğim aramanın titrekliği gözbebeklerimde, kahkahası kesilmeyen inşaatın usul usul göğe uzanması -yine mi?, tanrım yine mi?-, bir yere olmayan bu yürüyüşü benimse(me)dim, özür dilerim, ama eskilerden bir ses, tok ama alaylı, kaşlarının reveransı canlanıyor, vurguları taptaze, gözleri canlı ve sesleniyor bana kadar uzayan parmakları; "lügatta efelik olmaz!"  soğuk sayılmaz ama ellerim üşümüş olmalı, aç sayılmam ama sind

kime baksam

  bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım diyor. kimlere ve hangi zamanlar(d)a bu denli yaralandığını inan hiç kestiremiyorum, ama güzeldin. güzel bakardın bi kere, çok önceleri, yani- severdin. bu kapıyı usulca çekip gitmeler, bu anlayışlar, ağlayışlar, bu hayat, her gün hiçbir şey olmamış gibi başlamalar, bu boş iştahlar, aldanmalar, adanışlar, bu boşluğa açıklamalar, unutuşlar, affedişler, bu farkında değilmiş gibi yapmalar, gitmeler, sevişler, bu söyleyişler senin değil ki.  başımı göğsüne saklıyorum.  soluk, üşüyen bir nabzın var. yüzün bembeyaz, kıpırtısız... ellerin çok daha küçük, hafızasız...  suyun derinliklerinde, yüzüne uzaklardan vuran bir ışık ve üzerinde ölü kardelenlerle, yaralı düşer(l)e sürüklenip duran gövdeni usul usul sindiriyor sükunetin. yitirdiğin cennetler(l)e yediğin vurgunları soluyorsun.  rüzgar seni uzaklara sürüklüyor, dermansız saçların ölüm sinen çehreni dağıtıyor, gözlerin örtülü, süregeliyorsun.  ama sen bilirsin. insanlar aynı şeyleri söyl