şimdi soluk bir akşam üstü, bal ve ıhlamur sarıları eşliğinde ağaçların gölgelerini karşılaştırıyorsun. herhangi bir şeye dair bir çaban kalmadığını düşünebilirsin, lakin almayı düşlediğin o kızıldan deri cep defterinin bir köşesine bir ismi karalayıp kıvırmak için can atıyorsun. anlaşılmaya dair umudun kalmamış gibi yürüyebilirsin, lakin koşulsuz bir sevgi için, hem de bütün o gururuna rağmen, çok sabırlı olmaya devam ettiğini gizlemiyorsun. senin baktığında başka bir doku var ve sen bundan şikayet etmekten oldukça da uzaktasın, yalnızca senin olacak- yalnız sana ait olmasını utanmazcasına arzu ettiğin bir tesadüf olabilir sanıyorsun, lakin sen artık küçük bir çocuk değilsin, teşkil ettiğin nesneleri kabullenmek zorundasın- kötülüğü unuttuğunda, gördüklerin hallerinden sıyrıldıklarında ve hatıralarından kalan yegâne şey estetik bir kavrayış olduğuna yüreğin biraz ferahlar gibi oluyorsa da huzur bulamıyorsun...
elimdeki demir titriyor, gözlerim dolu ve sen yine tüm bunların hiçbir zaman farkına var(a)madan yaşamını sürdürüyorsun. saklamadım. hiç saklanmadım. aşk ve sevgi dediğine olan inançsızlığımı da saklamadım. ne kadar da şanslısın. bazı sesleri tanımıyor, bazı bakışları bilmiyorsun. bilme de zaten. anlama. bir akşam vakti, anneannenin dizlerine başını yasladığında ve uyku çarşaf olup da şefkatli ellerce seni sardığında, pencere kenarı huzurunu kucakladığın anılar içlerine doldu diye bu gözlerin böyle belki de. herkesi anlamaya çalışmamalı oysa insan. her şeyi de duymamalı. yalan- evet, yalandı; sana duyduğum öfke, kedileri sevdiğim, ağaçlarla dertleştiğim, kucağında uyuduğum, sarıldığın vakit geri çekilmelerim, seni sevmediğim sevdiğim, en çok da seni sevmediğim... sessizliğine gömdüğün ihtimalleri soluyorum her gün, sesini de çoktandır unutmuşum, sessiz sohbetlerimizde hiç cevap vermiyor silüetin. oysa yalnızca aklına düştüm diye, öylesine bir uğrayabilirdin. zira ...
Yorumlar
Yorum Gönder