sana bu
mektubu istanbul'dan yazmıyorum. iyiye dair olan ne varsa, iyiye dair
temsil edilebilecek olan ne varsa, şafak sökerken beni izleyen ne varsa,
ruhuma akseden ne varsa; içime işlenmiş ve işlenecek olan her bir şey taşkınlık hakkını kolluyor, her birinin
sana selamları olduğunu söylemek istiyorum. senin görmeni isteyebileceğim kadar
çok, çok ama çok güzel burada sokaklar- her şey çok güzel değil elbette, ben, beni hala daha zaman
zaman andırıyorum ve sütlü kahvem yazı masamda hep olmasa da, gün aşırı var. en
az eski kadrajlarda kalan fotoğraflarım kadar da melankolik tadları; dalgınlığımsa aynı, ara sıra belleğimin denizinde
savruluyor ve kendilerini söylemde açığa vurdukları zamanların haricinde, hatıralarımı yalnızca bir daha görüşmemek üzere edilen ebedi vedalaşmalar olarak anımsamaya çabalıyorum. bazı
zamanlar kendim için korkuyorum, neticesinde diyorum ki: kahkaha kendini ilk kez bir bebekte
gösterdiğinde, bu, acının veya aniden dizginlenen acı hissinin neden olduğu,
başlamak üzere olan bi çeşit ağlamadır ve kısa aralıklarla tekrarlanır; bazı zamanlar,
kulakta yankı bulan alıntılara anlam veremez oluyorum, ezcümle, saçmalıyorum. odalardan
birinde, ikisinden biri öksürüyor- emin değilim, biri daha ben anlat(a)madan anımsamasına
rağmen her bir şeyi, sözümü kesmeksizin dinliyor- betimlemeler banal bir tad alıyor, ağaç olmak istediğimi düşlüyor ve tekrar düşleyebilmek için
uyanıyorum. öyle alıcı ve pırıl pırıl gözler gördüm ve hatırlıyorum ki, unutturuyor daldığım uzakların kederini, ve öylesine düşük duruyor ki omuzlarım kalıplarına oturmuşlar misali, durulmuş bekliyorum- neyi ya da kimi? bilmem ki.
elimdeki demir titriyor, gözlerim dolu ve sen yine tüm bunların hiçbir zaman farkına var(a)madan yaşamını sürdürüyorsun. saklamadım. hiç saklanmadım. aşk ve sevgi dediğine olan inançsızlığımı da saklamadım. ne kadar da şanslısın. bazı sesleri tanımıyor, bazı bakışları bilmiyorsun. bilme de zaten. anlama. bir akşam vakti, anneannenin dizlerine başını yasladığında ve uyku çarşaf olup da şefkatli ellerce seni sardığında, pencere kenarı huzurunu kucakladığın anılar içlerine doldu diye bu gözlerin böyle belki de. herkesi anlamaya çalışmamalı oysa insan. her şeyi de duymamalı. yalan- evet, yalandı; sana duyduğum öfke, kedileri sevdiğim, ağaçlarla dertleştiğim, kucağında uyuduğum, sarıldığın vakit geri çekilmelerim, seni sevmediğim sevdiğim, en çok da seni sevmediğim... sessizliğine gömdüğün ihtimalleri soluyorum her gün, sesini de çoktandır unutmuşum, sessiz sohbetlerimizde hiç cevap vermiyor silüetin. oysa yalnızca aklına düştüm diye, öylesine bir uğrayabilirdin. zira ...
Yorumlar
Yorum Gönder