büyükçe bir ayna var karşımda,
yakasını sıkan beyaz gömleğinin yaydığı keskin tütün kolonyasının kokusuna olan
saygısından ötürü mü bilinmez kapı pencereyi örtmüş, ellerini kucağında
kavuşturmuş bir adam bekliyor yorgun bir edayla. benden duymuş olma ama amma da
yaşlı ha! hangi ağacın kabuğundan dersin ki bu deri, hele o halka halka yüzü
yok mu, gözleri de yuvalarına kaçmış hem… bak da kendin gör, yeni kesilmiş gibi
adeta! gözlerinin feri sönük, başı uykuya teslim olmakla olmamak arasında bir
sallantıda. kabuğuna o kadar yakın duruyor ki, içindeki yeniyetmeyi de
inandıracak çizgisel zamana!
ve ben onu tanımıyorum. adını
biliyorum yalnızca.
büyükçe bir ayna var karşımda,
acı birbirimizden ayırıyor ve birleştiriyor bizi. her gün beni ben eden, sonra
da beni benden eden kendimle karşı karşıya kalıyorum burada. hastane
duvarlarının arasında ellerini kavuşturduğumuz o anlardan birinde misin? ölen
kediyi tanıyor muydun? sabah kahveni içtin mi? hiç aklına geliyor muyum?
hatırında mı dediklerin? o öğrencine ne oldu sahi? o gün ne diyecektin?
kaybettiğin şemsiyeyi buldun mu? beni hiç sevmiş miydin? bakışlarında bir
canlanma arıyorum, kaskatı postürünü devam ettiriyor ve bakmıyorsun benden
tarafa. bunu şu kahrolası bile yapmazdı diyorum. yazık sana! kapıyı aralayan o
olmadıkça yüzüne örtmediğin o tebessümün ne de iç ısıtıcı olurdu sahi şimdi.
düşük omuzların hafifler de gözlerindeki hüzün eksilmeden gülebilir de
karşılardın belki geleni. her yaşlanan bu sırrı taşımaz mı sahi- zaman yalnız
içine işleyemedi. kimi kandırıyorum ki? çirkin bir yüz seninki. bir tebessümle
hareketlenecek olsa dahi, kapatamaz ki katlanan çehreni. uzun uzadıya izlediğin
fotoğrafa dönüyorum. huzursuzluğumuz sürüyor ve itiraf etmeliyim ki ben, seni
böyle izlemeye her gün biraz daha alışıyorum…
Yorumlar
Yorum Gönder