Ana içeriğe atla

şunu bil; uğultular çoğaltıyor harfleriniz içimde.

16.12.23

benden bir parça olduğunu fark ettiğim, benden bir şekilde kopartılan ve artık benim olmadığını anımsayabildiğim bir duygu? anımsayıp, o anda unuttuğum bir şeyler var, bir duygu olmalı.. elbette ki bir duygu! bir şey kaybettim. bir şey kaybettim. bir şeyi- belki de söylenecek, tanımlanacak, açıklama getirilecek, anlaşılacak hiçbir şey yoktur ortada. hiçbir şey değişmedi ne de olsa. belki de unuttuğum bir şey yaşanmadı da, hiçbir şey yaşanmadı aslında. o kopkoyu gecede gülüşümü duymak beni kendime getirmemiş miydi? can derdinde ki bir yaratığın döngüde ki uyuşuk fısıltısının ritmine karışan bi kaçık cıvıltı, kuş dili bir ezgi... usulca yayılan sarsıntının tesiri değil mi sahi tüm bunlar? bi başınalığın şiiri.

yine gece.

ayışığı.

günlerden beri sıradayım. duyuyor musun...

yine sesler var kesin dışarıda

ve tasviri hep bir eksik bir şeylerin

perdelerimi aralıyorum

sevseydik ne olurdu sanki

yazmalı

yok yok

belli ki 

dalmalı.


17.12.23

çeşitli kaygılar. tepkisizliğin nesneleştirmesi. 'tepkisiz' kalmanın acı(ma)sızlığı. 'nesne' ye dönüşme. bir kuruntu ki 'bağ'-

geleceksen baştan gel ki, ben de bilebileyim baştan

 rüzgarlı gecenin sabahında yağmur olup yağ(ma) varsın,

olan olduktan sonra, birde sen çık(ma) ortaya da

unutabilelim, 

üstü kalsın

bakmaya, dinlemeye, üzerinde düşünebilmeye çalıştı, ama harfler titriyor, kıvrılarak birbirine dolanıyordu. okuyamadı. kalemi kavrayamadı. vazgeçti, usul usul katladı ve özenle cebine yerleştirdi. 

bilmiyordu. bilemiyordu.

hem zaten 

ne bilsindi

'



Bu blogdaki popüler yayınlar

onu bir su birikintisine atsan, iki günde parmaklarının arası yüzgeç gibi deri bağlar.

elimdeki demir titriyor, gözlerim dolu ve sen yine tüm bunların hiçbir zaman farkına var(a)madan yaşamını sürdürüyorsun. saklamadım. hiç saklanmadım.  aşk ve sevgi dediğine olan inançsızlığımı da saklamadım.  ne kadar da şanslısın. bazı sesleri tanımıyor, bazı bakışları bilmiyorsun. bilme de zaten. anlama. bir akşam vakti, anneannenin dizlerine başını yasladığında ve uyku çarşaf olup da şefkatli ellerce seni sardığında, pencere kenarı huzurunu kucakladığın anılar içlerine doldu diye bu gözlerin böyle belki de. herkesi anlamaya çalışmamalı oysa insan. her şeyi de duymamalı.  yalan- evet, yalandı; sana duyduğum öfke, kedileri sevdiğim, ağaçlarla dertleştiğim, kucağında uyuduğum, sarıldığın vakit geri çekilmelerim, seni sevmediğim sevdiğim, en çok da seni sevmediğim... sessizliğine gömdüğün ihtimalleri soluyorum her gün, sesini de çoktandır unutmuşum, sessiz sohbetlerimizde hiç cevap vermiyor silüetin. oysa yalnızca aklına düştüm diye, öylesine bir uğrayabilirdin. zira ...

öyle

... koku, tam da yaslandığı kayadan gelirdi. o gün de dünküler gibi, gelip geçti.  elinden avucumdan, kemiklerimden ve tebessümünün ucundan, ağırca süzülüp aktı da zaman, geride yalnız hüzün üstüne hüzün bırakmadı mı sahi?  ne olduysa, bir gecede olur gibi, öylece dondu. her şey bir rüyayla son buldu. duyamadım, söyler misin neden böylesine bir istençle doldun da uzaklaştın benden? söyler misin neden, nasıl azar azar vazgeçtin? lütfen bir şeyler söyle, neydi seni benden uzaklaştıran, içine sinmeyen? söylesene, kızgın değilim, yalnızca soruyorum. nasıl oldu anlatsan ya? bir sabah artık devam edemeyecek gibi mi hissettin? bir gece de mi unutmak istedin? ölecek gibi miydin? ter içinde uyandığın kabusunla göğsün sıkıştı, evet evet- birden kendini dışarı mı atmak istedin? ılık bir meltem mi esti o soğuk gecede, gözlerini örttüğünde herkes ve her şeyden nasıl koptuğunu mu fark ettin? sevdiğim... peki neden ben orada değildim? "ben bu cumartesi günü saat altı ile altı buçuk arası tün...

metafor ve mavi sürgün

sicilya'da bulunan agrigentum şehrinin hükümdarı phalaris, ölüm cezasına çarptırılan mahkûmların cezalarının infazı için tercih ettiği pirinçten boğa heykeli ile anılır. mahkûm boğanın içine konur, altında ateş yakılırdı. boğa ısındıkça kurban içinde yanarak can verirdi. boğanın kafasında ise mahkûmların çığlıklarını kızmış bir boğanın böğürmesine çeviren tüplerden ve tapalardan yapılan karmaşık bir mekanizma bulunmaktaydı. söylentiye göre boğa tekrar açıldığında, kurbanın kavrulmuş kemikleri mücevher gibi parlıyor ve bunlardan kolye yapılıyordu. tüm bu söylemler sınırsız bir insan kalabalığından ibaret. italya'da tarla kuşlarını hiç durmamacasına öttürmek için, ateşle kıpkızıl kızartılmış topluiğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü, cızz diye öteki gözünü yakarlar. iki gözü kör olan tarla kuşunu bir kafese koyarlar. mavi, açık, duru göklere özgür uçmaya alışkın kuş, ilk önce gözlerini öttürdüğü sandığı kapkara paçavrayı tırnaklarıyla parçalamaya başlar ve zavallı, kendini bir kat...

antikacı

gözlerini bulandıran geçmişin hasreti ile, dudağının kenarında insanların halleriyle alay eder tebessümü birbirlerinin hemen ardına sıralanır, kalemini harekete geçiren o muzip parıltı bakışlarına otururdu. sonra seni anlatacağı her anın yakınlarında, anlaşılmaz bir gülümseyiş tarafından hazmedilir, bir iş yapmakta olan elleri elbet birbirine karışır olur, hüzünden gözlerinin odaklanabileceği bir sallanış arardı. seni anlatacağı vakit kelimeleri yalnız kendi duyduğu bir melodinin ahengine bürünür, harfleri saygıdan mı çekingenlikten mi bilinmez sanki bir nevi resme dökülüyormuşçasına bir eğim yakalardı. yanlış anlaşılmak istemem derdi, sanki yanlış anlaşılmaması mümkünmüş gibi.. onu çok sevdim. ne gariptir ki yaradılışı öylesine amansız bir mahcubiyet üzerineydi ki, düşünür ve düşündükçe de azap çekerdi. söylediklerine nazaran bazı hususi gözlemlerini belki de daha çok küçükken içselleştirdiğinden, hayata hep hayat dışı bir gözden baktı. zaman zaman beşerîleşen dilini bölük pörçük anı ...

iki kişilik sessizlik

dün rüyamda yine ölüyordun. keşke- keşke anlattığın bazı şeyleri tekrardan dinleyebilseydim. acaba ömrünün son günleri nerede geçecek? hangi şehirleri görebileceksin? arzuladığın aile resmine sığabildin mi? saçını ne kadar uzatabildin? annen gönlünü aldı mı? dostlarınla daha sık görüşüyor musun? gökkuşağını gördün mü? hiç daha fazla mektup yazmalıyım dediğin oluyor mu? aklına en sık kimler geliyor? niye yeni unuttun? miden nasıl? o filmi beğenmiş miydin? nasıl oldun? depremi hissettin mi? sağlığın yerinde mi? hiç pişmanlık duyuyor musun?  hem çok iyi bildiğim hem de hiç mi hiç tatmadığım bir sessizlik bu. bana bakıyorsun -o kadar alıştım mı sahi-  köşede sarı yağmurluklu bir çocuk annesinin elinden tutuyor. bana bakıyorsun. bir  çocuk. omurgadan ibaret, refleksel bir mahlukat olarak tasfiri bulunabilen? çocuk. tehlikeli kimyasallar vücuda en çok solunum yolu ile alınır. bunu karaladığım defter mor ve dışarısından yaldızlı parlakça bir görünüşü var. çocukluğumdan kalmış ol...

öyle işte, belki bir gün dedem bile olur.

... durdu. baktı. anlayamadığım bir şeyleri dolar gibi oldu. dudakları oynadı sanırsam ve konuşmaya benzer bir eylemde bulundu-  gülmüş olmalı.  tabi ya, güldü!  güzel olmalı..  yarı sabahı mide yakan kahve eşliğinde geçiştirdikten sonra, sanki onsuz olursa olamazmış gibi, onsuz okursa okuyamazmış gibi, kalemini parmak uçlarında gezdirip okumasına döndü kırgın bir hevesle. çok geçmeden sahne dondu. arkadan akan şehir dahi her bi şey onu seyre daldı, izin verdi, su bulandı ki sebebi yağmur değildi, o’ydu.  gökyüzü damarlandı, sallandı, karıştı ve son çabasıyla tüm renklerini kustu. bulanıklık sürdü. uzanışlar gecikti -ki zaten tabiatları gereği hep gecikirlerdi- hava yoğunlaştı, ayakların altından kaçıştı ve kıvrıldı.   yavaşlayan mekânın içine fırlatılan sert bir nesnenin tok sesi ile ayılabildi zaman ki hızlandı, ayak uydurdu, kuruldu..  duruldu.  kapıyı üzerinde eğreti durmayan bir ürkeklik ile araladı - kafasını kaldırır gibi oldu ve ...

bilmeni isterim ki

ölmeni istiyorum. kim istemez ki? öl istiyorum.  s anki bundan daha olağan bir şey yokmuş gibi, sanki hep herkesin ölmesini istiyormuşum gibi- sanki senin aksine ölü bedeninin imgesi dahi bana daha iyi gelebilecekmiş gibi. ansızın yüreğime uğrayan bir sızının sebebinin haberini işitmekten olmasını, saçımdaki meltem dinmeden uykundan bir daha uyanmamış olmanı, ne bir kargaşa ne de bir gürültü olmaksızın usulca çekilmeni- ölmeni istiyorum. yıllardır kimseyi sev(e)miyorum. neyim varsa vitrinde, hepsi hüzünden. her gün köz soluyorum. gecenin dudakları kanıyor, ben ki ne zamandır seni sana susuyorum? gecenin dudakları kanıyor, öfkeden bir akşamüstü oluyorum. inan bana, inan... ölen kediyi tanıyorum. parmak uçlarım yanıyor, gecenin dudakları kanıyor ve ben seni özledim - bu kentte ölmek istemiyorum.

yavaşça içine çöken tortu

  sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyors...

zaman duruyor

hayat sonsuz dingin bir gecedir, eteğindeki toprağı süpürerek sessizce ilerlemeye devam eder. anlatımı öylesine hicivlidir ki, insan gülmemek için kendini zor tutar- örneğin: herkesin son derece uzun replikleri bulunur ve herkes,  herhangi bir şey hakkında, sahip olduğu bilgi formlarının elverdiğince, şahsiyatına kayıtsızmışçasına genel konuşabilme yeteneğine sahiptir ki  konuşma yalnızca komik bir etki yaratmaktadır, fazlası yoktur.  bazı kıyaslar, bazı yoksunluklar öylesine göz ardı edilemez biçimlerde lakin anlatımın açığa vuramayacağı şekillerde var olabilmiştir ki, umuda dair girişimlerin her biri bir öncekinden artık daha da etkisizdir, inançlı olanlar ellerini açar- tanrı yahut tanrısı bellediğine seslenir, boş mezarların başı hep yüreklerinde ki ağırlık fazla artanlarla doludur ve tanıdık bi evden ilk adımlar için sevinç çığlıkları yükselir- daha nasıl tasvir edilebilir ki?  tabiatım gereği önce zarar verme ilkesine alışığım, lakin söylemlerim ruha karanlık b...