Omuzlarına ve zarif göğüslerinin üzerine dökülen karamelimsi saçlarının arasına sızan ışık huzmelerini kuşandı, gözlerinde kahve kokularına yamanmış bi tehditkâr doku vardı. Kızıllıkların oynaştığı uslanmaz bukleleri yarım yamalak tarandı ince parmaklarınca, dudaklarında asılı kalmış davetiye manidardı.
Başı eğikti, önüne, kahve bardağına doğru bakıyordu. Gözleri önce yere düştü, duvar boyunca yavaşça yuvarlanıp öbür köşeye kadar geldi ve birden tam karşıda durdu; gerinmek istercesine kollarını arkasına doğru uzattı, başını kaldırdı ve beni gördü.
Kendisinin, daha açık bir ifade ile görüntüsünün, farkında olmanın mutluluğuyla ince bedenini dikleştirdi, her bir santimiyle bakana lütuftu çehresi, zarif boynu gözlerimin önündeydi; nefesleri hızlandı, üzerinde hissettiği bakışlarım yüzünden gurur duyduğu ve heyecanlandığını anlamamak mümkün değildi... Tebessümden, saflıktan veyahut kibarlıktan yana değildi, hayır, hatta bakışları kararmış gibiydi ve ben de pek farklı bir durumda olduğumu savunabilecek gibi değildim.
Bir şekilde zararsız, ama yine de tuzaklı bakışlar sormaktan çekindiklerimizi sızdırıyor, kurnaz ve çift anlamlı cevaplar karşılıklı gidip geliyor gibiydi; ikimizin gözünden de, diğerinin tam anlamıyla dürüst olmadığı kaçmıyordu ve belki de on saniye kadar, yarı aralanmış dudaklar ve ışıldayan gözlerle karşımda bi şeylere meydan okurcasına durabildi.
Lakin bu oyunu daha fazla sürdüremeyeceğine karar vermiş olsa gerek ki, sanki etkisine girmemesi gereken bir büyüden kurtulması ya da yok olması gerekirmiş gibi birden geri adım atmaya karar verdi, başını belli belirsiz iki yana salladı ve o anda önce kızgın sonraysa mahcup bir bakışla öylece donakaldı.
-buğulu bir günden kalma, silik bir simanın uğruna-
Yorumlar
Yorum Gönder