Ana içeriğe atla

11.12.21

Omuzlarına ve zarif göğüslerinin üzerine dökülen karamelimsi saçlarının arasına sızan ışık huzmelerini kuşandı, gözlerinde kahve kokularına yamanmış bi tehditkâr doku vardı. Kızıllıkların oynaştığı uslanmaz bukleleri yarım yamalak tarandı ince parmaklarınca, dudaklarında asılı kalmış davetiye manidardı.

Başı eğikti, önüne, kahve bardağına doğru bakıyordu. Gözleri önce yere düştü, duvar boyunca yavaşça yuvarlanıp öbür köşeye kadar geldi ve birden tam karşıda durdu; gerinmek istercesine kollarını arkasına doğru uzattı, başını kaldırdı ve beni gördü. 

Kendisinin, daha açık bir ifade ile görüntüsünün, farkında olmanın mutluluğuyla ince bedenini dikleştirdi, her bir santimiyle bakana lütuftu çehresi, zarif boynu gözlerimin önündeydi; nefesleri hızlandı, üzerinde hissettiği bakışlarım yüzünden gurur duyduğu ve heyecanlandığını anlamamak mümkün değildi... Tebessümden, saflıktan veyahut kibarlıktan yana değildi, hayır, hatta bakışları kararmış gibiydi ve ben de pek farklı bir durumda olduğumu savunabilecek gibi değildim.

Bir şekilde zararsız, ama yine de tuzaklı bakışlar sormaktan çekindiklerimizi sızdırıyor, kurnaz ve çift anlamlı cevaplar karşılıklı gidip geliyor gibiydi; ikimizin gözünden de, diğerinin tam anlamıyla dürüst olmadığı kaçmıyordu ve belki de on saniye kadar, yarı aralanmış dudaklar ve ışıldayan gözlerle karşımda bi şeylere meydan okurcasına durabildi.

Lakin bu oyunu daha fazla sürdüremeyeceğine karar vermiş olsa gerek ki, sanki etkisine girmemesi gereken bir büyüden kurtulması ya da yok olması gerekirmiş gibi birden geri adım atmaya karar verdi, başını belli belirsiz iki yana salladı ve o anda önce kızgın sonraysa mahcup bir bakışla öylece donakaldı.

-buğulu bir günden kalma, silik bir simanın uğruna-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yavaşça içine çöken tortu

 sanki hiç ağlamamışsın gibi duruyor ve seni hiçbir zaman öp(e)meyeceğimi bilmek bana huzur veriyor.  aklıma hep ölümün en düşlenebilir olduğu anlarda geliyorsun. bir imgeler tiyatrosu eşliğinde, olabildiğine silikçe geliyor, sinikçe tebessüm ediyor ve ağır ağır çekiliyorsun. sözlerin örtülü, gece sisten ve saçların dolanarak dökülüyor, "tanıdığım en ince düşünceli, en hassas, en kibar... en nazik insandı..."  diyorsun, "kendini astı." demenden hemen sonra ekliyorsun tüm bunları. sonraları seni en sevdiğin yemekten bahsederken buluyorum, az sonra birileriyle gülüyor oluyoruz, geçenlerde birinin doğum gününü kutluyoruz, dün sarılırken beni sevdiğini fısıldıyorsun, seni izlerken yakala(n)mak istemiyorum, ertesi sabah tenine değen bir gözden yakınıyorsun, akşamında bana uzanıp öpüyorsun, gecesinde kapı dışarı edilirken burnunu çekişlerini dinliyorum, omzuna yaslandığımda kalbini sakınıyorsun ve konuştuğunda sözünü kesmemi istemediğini sanıyorum ki gidişlerimi izliyorsu

çek şu üzerimdeki cesedi

 3.12.23 ağır yürüyüşleri ile yolu tamamlamaya girişen insanlar, mesai saatinin bitimine geri sayım için sıradayım, miskin bir çift gözün kendinden hallice uyuşuk olan adımları, oyuncak arabanın inleyen motorunu dinleyen biz çevre sakinleri, kulağıma -kaçıncı döngüde olduğu belirsiz- takılan şarkı, dilime dolanan -bu kaçıncı belirsiz- bir yerlerden aşınma bir şiir, saçlarımı karıştıran oyuncu dalgalar, art arda kaynayan anlamsız döngüden çalıntı cümle bozuntuları, hisleri sırtlanıp kelimelerle oynayan, bozuk para soran mağrur bir ses -çokça uzaklarda ama-, beklediğim aramanın titrekliği gözbebeklerimde, kahkahası kesilmeyen inşaatın usul usul göğe uzanması -yine mi?, tanrım yine mi?-, bir yere olmayan bu yürüyüşü benimse(me)dim, özür dilerim, ama eskilerden bir ses, tok ama alaylı, kaşlarının reveransı canlanıyor, vurguları taptaze, gözleri canlı ve sesleniyor bana kadar uzayan parmakları; "lügatta efelik olmaz!"  soğuk sayılmaz ama ellerim üşümüş olmalı, aç sayılmam ama sind

kime baksam

  bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım diyor. kimlere ve hangi zamanlar(d)a bu denli yaralandığını inan hiç kestiremiyorum, ama güzeldin. güzel bakardın bi kere, çok önceleri, yani- severdin. bu kapıyı usulca çekip gitmeler, bu anlayışlar, ağlayışlar, bu hayat, her gün hiçbir şey olmamış gibi başlamalar, bu boş iştahlar, aldanmalar, adanışlar, bu boşluğa açıklamalar, unutuşlar, affedişler, bu farkında değilmiş gibi yapmalar, gitmeler, sevişler, bu söyleyişler senin değil ki.  başımı göğsüne saklıyorum.  soluk, üşüyen bir nabzın var. yüzün bembeyaz, kıpırtısız... ellerin çok daha küçük, hafızasız...  suyun derinliklerinde, yüzüne uzaklardan vuran bir ışık ve üzerinde ölü kardelenlerle, yaralı düşer(l)e sürüklenip duran gövdeni usul usul sindiriyor sükunetin. yitirdiğin cennetler(l)e yediğin vurgunları soluyorsun.  rüzgar seni uzaklara sürüklüyor, dermansız saçların ölüm sinen çehreni dağıtıyor, gözlerin örtülü, süregeliyorsun.  ama sen bilirsin. insanlar aynı şeyleri söyl