Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

bilmeni isterim ki

ölmeni istiyorum. kim istemez ki? öl istiyorum.  s anki bundan daha olağan bir şey yokmuş gibi, sanki hep herkesin ölmesini istiyormuşum gibi- sanki senin aksine ölü bedeninin imgesi dahi bana daha iyi gelebilecekmiş gibi. ansızın yüreğime uğrayan bir sızının sebebinin haberini işitmekten olmasını, saçımdaki meltem dinmeden uykundan bir daha uyanmamış olmanı, ne bir kargaşa ne de bir gürültü olmaksızın usulca çekilmeni- ölmeni istiyorum. yıllardır kimseyi sev(e)miyorum. neyim varsa vitrinde, hepsi hüzünden. her gün köz soluyorum. gecenin dudakları kanıyor, ben ki ne zamandır seni sana susuyorum? gecenin dudakları kanıyor, öfkeden bir akşamüstü oluyorum. inan bana, inan... ölen kediyi tanıyorum. parmak uçlarım yanıyor, gecenin dudakları kanıyor ve ben seni özledim - bu kentte ölmek istemiyorum.

ben ki yalnız tül perdelerine inanan

zeminin altında olmalıyım sanıyorum. tenhalığın her anında küçümseyici gülüşler işittim. ismim ile her karşılaştığımda karanlıkta seyirciydin. yere düşen çatalı uzattım, önümden geçenlerden biri sendin. şimdi inanmıyorsun ama bir isim haykırıldı ki dönüp bakılsın, koşan da duran da sendin. telefonun ucundaki ses 'sağ ol' demekte gecikti, susan sendin. bir filizin boynu bükülmüş olmasın ki kıvrılan dudaklar sendin.  zemin kat olmalı sanıyorum. duruldu, ağırca kenara çekilindi önler iliklenmeden. ayrılışlar izlendi ve kavuşmalara şahitlik edinildi hiçbir gocunma belirtisi sergilenmeden.  kapı olağan ağırlığında kapanırken merdivenler öylece kurulmuş bizi seyretti. derme çatma inançlarıma tutunarak eşlik ettim onların rahatlığına, hadi ben suskunum da sen ne diye iki kelam etmedin sahi? neden çıkmadın? neden atmadın kendini soğuğa da döndün gerisin geri? kim söyledi, hangi düşünür demişti hatırlamıyorum diyor kadın, kapı aynı katta tekrar açılırken hitap ettiği kitlesine y

var-mış

ben bu kadar değildim, bari biraz gülebilir miyim? yoldan geçenler var. gözleri yerlerde mi bari? şu karıncanın yükü de biraz fazla değil mi sanki? biraz kafanı kaldırabilir misin? elbet bir esinti vardır yapraklarla fingirdeşen diye diyorum- şu çocukları gördün mü? dört tekerlekli bisikleti tanıyor muydun? su birikintisini izleyelim mi? gördüklerini teker teker yazabilir misin? tek tek, özenle belirtebil ki zihnin dağılmaya meyledebilsin. ve lütfen beni bağışla, hiçbir mektubumu sana atfetmediğim için. usulca, son kez dönüp bakmaksızın gitmelerimin açıklamasını sulara karaladım, kederimi bağışla eline ulaşamayacakları için. yağmur ne zamandır ki seni ıslatıyor, oturuşun donuk ve solukların ritmini hala daha bulamamış olmalı ki sakinleşemiyorsun. geceleyin seni rüyamda gördüm sanıyorum. haberdar mısın bilmiyorum, geçenlerde güzelsin derken yalnız tenini kastetmek istememiştim. ellerin yine kurumuş, sevdim dediğin ne varsa hediye olmuş da paketlere konulup geri verilmişken sana 'al

"ki bu tiyatronun yazılı olmayan kurallarından biridir,

 sahneye bir silah çıkmış ise, mutlak surette patlar." merhametten yoksun, kıyasıya bir arbede alanıydı seninle yaşadığımız. birbirimizin en kırılgan, en savunmasız anlarını kolluyorduk. hangimiz önce tükenecek, hangimiz önce pes edecek, diye bekliyorduk. birbirimizi yaralayacak sözleri gövdemizde biriktiriyor, hastalanıyorduk. affedemeyişlerim boğazımda birikip duruyordu.  bu ben miydim-  ateşli ve mide bulantılı, beni durmadan yatağa hapseden bir hastalığa tutulmuş gibiydim.   sen vardın kanımda. kurtulmak için ne yapsam boşunaydı. öyle derindeydin ve öyle derinden batıyordun ki... beklemek zorundaydım. çırpınışlarım faydasızdı, vurgun yemek dedikleri bu olmalıydı, içten içe yeniliyordum sana. bir şeyler söylemek istiyor lakin uzanamıyordum gurur dediğime. nasıl sevebilirdim ki seni, bu halinle? o kadar yabancı, o kadar uzaktın ki kendine... 

cinayete tebessüm

gece olup da herkes odasına çekildiğinde, evlerin en arka odalarından birinde karanlıkta tek başlarına oturmuş kaygı dolu fısıltıları sızdırırken duvarlar, elleri ile kapanan suratların kısık sesli ağlayışlarını yalnız ben buluyor oluyorum. bana gözyaşları içerisinde sarılıyorlar, sesleri çatallaşıyor, ki ben zaten güçsüzmüşüm, karşılık vermiyor ama itmiyorum. çekmediğim kollarımın ışığında yitmiş günlere ağlamakta buluyorum kendimi, gözyaşlarıysa yüreğime sızıyor, bekliyorum. kapı dışarı ettiğim ilhamı içeriye buyur ediyorum, isimlerini sırtlanıp çöküyorlar yamacıma ki içime bir öykü doluyor, sonra geceme korku, geri çekiliyorum. 'görebiliyorum!' diye şakıyarak sokağıma uğrayan bir garip, ritme eşlik eden pabuçlarına işiten kimselerin manasız bakışlarını takıştırarak ilerliyor. sokaktan bir kedi geçiyor, bir kadın, bir de çocuk. çocuğun adımları itaatkâr. çocuğun iki eli de boşlukta. yüreği de...  pencerelerin birinde bi teyze sağa sola saçılanları izliyor, balkonunda bir iki

aksak

büyükçe bir ayna var karşımda, yakasını sıkan beyaz gömleğinin yaydığı keskin tütün kolonyasının kokusuna olan saygısından ötürü mü bilinmez kapı pencereyi örtmüş, ellerini kucağında kavuşturmuş bir adam bekliyor yorgun bir edayla. benden duymuş olma ama amma da yaşlı ha! hangi ağacın kabuğundan dersin ki bu deri, hele o halka halka yüzü yok mu, gözleri de yuvalarına kaçmış hem… bak da kendin gör, yeni kesilmiş gibi adeta! gözlerinin feri sönük, başı uykuya teslim olmakla olmamak arasında bir sallantıda. kabuğuna o kadar yakın duruyor ki, içindeki yeniyetmeyi de inandıracak çizgisel zamana! ve ben onu tanımıyorum. adını biliyorum yalnızca. büyükçe bir ayna var karşımda, acı birbirimizden ayırıyor ve birleştiriyor bizi. her gün beni ben eden, sonra da beni benden eden kendimle karşı karşıya kalıyorum burada. hastane duvarlarının arasında ellerini kavuşturduğumuz o anlardan birinde misin? ölen kediyi tanıyor muydun? sabah kahveni içtin mi? hiç aklına geliyor muyum? hatırında mı dedik