Ana içeriğe atla

Kayıtlar

gece çayı

sanırsın ki yollarımız her yerde kesişmek üzere tekrardan ayrılıyor. hayal dünyasında yaşıyor. hangi şarkıyı duysa ondan, bir şiir okuyorsa elbette ki onun aşkı kadar asil bir duygudan.. çok özel bir gözlem yapmak istemiyor yahut yalnızca kendini teslim etme istenci duyuyorsa yanında ki en çabuk nefse uzanabiliyor. ah! kendini pek bi gururlu sayıyor.. epeydir bunu bildiğimi kestiremiyor. çok az içini açıyor, çevrenin lakırdısından sıkılıyor.. bugün ona üçüncü kez rastlayışım, her bir yenik düşüşünden haberdarım ve bunları ona karşı kullanmaktan yana olacağım. nerede denk gelirsek gelelim onu katiyen yolundan alıkoymuyorum, onunla karşı karşıya gelmiyor ve yanından koşar adımlar ile geçer oluyorum. o anlamı açık seçik olmayan, o insanı çileden çıkarabilecek dudaklarındaki belli bir gülüşünü işitir gibi oluyorsam da arkamdan, sıktığım dişlerime müdahil olmuyorum. bazı anlarda donup kalıyorum, öyle itici gülümsemeler gördüm ki.. sahiden şaşıyorum. fikren daimi hareket halinde olmamdan seb...

nükteye övgü

bugünlerde bi tuhaf koku var. farklı suretlerde suratıma çarpan ve beni olduğum yerlerden koparan. balkondayız, sen yine tabiatın gereğince çok sevmişsin, adını şu anlarda hatırlayamadığım bir türküye eşlik ederken yüzünde güller açtırarak sağa sola sallanıyor, olarak ve bakarak beni mest ediyorsun. o kadar kısa bir an ki kendimi 'ev'de hissedilebilişim, şaşıyorum. kuş cıvıltıları duyuyorum.. ne kadarda güzel bir an- söz gelimi, sana ve bana yeni baştan bir hayat yazıyorum. içimde gidilmemiş hiçbir park bırakmıyorum. sen sabahları hep hazır sofraların kokusuna, yüzünde şefkatin tesiri tebessümler yeşerterek uyanıyorsun.. diyelim ki kış, gördüğüm her elmalı şekeri alıyorum. içimde müthiş bir yaşama isteği varmış gibi savruluyorum, öyle ki her gördüğüm ağaca kocaman sarılıyorum.. ne özleyeceğim balkon bu, ne de damağımda istediğim tad bu acılık oysa. gece çayı demliyor,  yeni baştan bir hayat karalıyorum. sana veya  bana.. 

iki kişilik sessizlik

dün rüyamda yine ölüyordun. keşke- keşke anlattığın bazı şeyleri tekrardan dinleyebilseydim. acaba ömrünün son günleri nerede geçecek? hangi şehirleri görebileceksin? arzuladığın aile resmine sığabildin mi? saçını ne kadar uzatabildin? annen gönlünü aldı mı? dostlarınla daha sık görüşüyor musun? gökkuşağını gördün mü? hiç daha fazla mektup yazmalıyım dediğin oluyor mu? aklına en sık kimler geliyor? niye yeni unuttun? miden nasıl? o filmi beğenmiş miydin? nasıl oldun? depremi hissettin mi? sağlığın yerinde mi? hiç pişmanlık duyuyor musun?  hem çok iyi bildiğim hem de hiç mi hiç tatmadığım bir sessizlik bu. bana bakıyorsun -o kadar alıştım mı sahi-  köşede sarı yağmurluklu bir çocuk annesinin elinden tutuyor. bana bakıyorsun. bir  çocuk. omurgadan ibaret, refleksel bir mahlukat olarak tasfiri bulunabilen? çocuk. tehlikeli kimyasallar vücuda en çok solunum yolu ile alınır. bunu karaladığım defter mor ve dışarısından yaldızlı parlakça bir görünüşü var. çocukluğumdan kalmış ol...

her yeri saran hasretten bir tebessüm

şimdi soluk bir akşam üstü, bal ve ıhlamur sarıları eşliğinde ağaçların gölgelerini karşılaştırıyorsun. herhangi bir şeye dair bir çaban kalmadığını düşünebilirsin, lakin almayı düşlediğin o kızıldan deri cep defterinin bir köşesine bir ismi karalayıp kıvırmak için can atıyorsun. anlaşılmaya dair umudun kalmamış gibi yürüyebilirsin, lakin koşulsuz bir sevgi için, hem de bütün o gururuna rağmen, çok sabırlı olmaya devam ettiğini gizlemiyorsun.  senin baktığında başka bir doku var ve sen bundan şikayet etmekten oldukça da uzaktasın, yalnızca senin olacak- yalnız sana ait olmasını utanmazcasına arzu ettiğin bir tesadüf olabilir sanıyorsun, lakin  sen artık küçük bir çocuk değilsin, teşkil ettiğin nesneleri kabullenmek zorundasın- kötülüğü unuttuğunda, gördüklerin hallerinden sıyrıldıklarında ve hatıralarından kalan yegâne şey estetik bir kavrayış olduğuna yüreğin biraz ferahlar gibi oluyorsa da huzur bulamıyorsun...  

mor patates

bugün ilk defa mor patates yedim. bahçesinde yetiştirdiklerinden bana soyarak verdi, gülümsemeyi hiç bırakmadı. hiç. onun ustalığında çubukları kullanamadığım zamanlardaki gibi. yarın yine getireceğini anlatmaya çalıştı, ben ise ne çok sevdiğimi. yarın getiremedi, ben de söyleyemedim ne çok sevdiğimi. incecik ve uzuncalardı, tatlı diil, neredeyse mor gibi. bahçesine davet etti, bir çok sebze ekmiş, hiçbirini atlamadan göstermeye çalıştı, nane ve ananası bile varmış- adını bilmediğim birçok yeşilliği daha vardı. üç kızı varmış, ikisi evli. ikisinin nişan fotoğraflarını buldu iç odalardan, bana gösterdi, ikisi de güzelmiş, aynı benim gibi. ikisinin de güzel olduğunu söyleyebilmek isterdim, aynı onun gibi.  gösterecekleri biter gibi olduğunda,  beni öylece ayakta dikilirken ve ne yapacağımı bilemezken gördü. patlayan çiçeklerini göstermek için çömeldi, aceleyle beni de çağırdı, yapmama izin verdi. patlattığım tohumlardan elime tutuşturdu, peçeteye sardım. kendi bahçeme ekmem için...

zaman duruyor

hayat sonsuz dingin bir gecedir, eteğindeki toprağı süpürerek sessizce ilerlemeye devam eder. anlatımı öylesine hicivlidir ki, insan gülmemek için kendini zor tutar- örneğin: herkesin son derece uzun replikleri bulunur ve herkes,  herhangi bir şey hakkında, sahip olduğu bilgi formlarının elverdiğince, şahsiyatına kayıtsızmışçasına genel konuşabilme yeteneğine sahiptir ki  konuşma yalnızca komik bir etki yaratmaktadır, fazlası yoktur.  bazı kıyaslar, bazı yoksunluklar öylesine göz ardı edilemez biçimlerde lakin anlatımın açığa vuramayacağı şekillerde var olabilmiştir ki, umuda dair girişimlerin her biri bir öncekinden artık daha da etkisizdir, inançlı olanlar ellerini açar- tanrı yahut tanrısı bellediğine seslenir, boş mezarların başı hep yüreklerinde ki ağırlık fazla artanlarla doludur ve tanıdık bi evden ilk adımlar için sevinç çığlıkları yükselir- daha nasıl tasvir edilebilir ki?  tabiatım gereği önce zarar verme ilkesine alışığım, lakin söylemlerim ruha karanlık b...

can sıkıntısı

ne de korkunç can sıkıcı. tüm elemlerin tadı aynı, hiçbir keşkenin manası yok ve hiç bir söz hiç bu kadar anlamsız olamadı. acının dahi eski acılığı kalmamış ki kesintiye uğratamıyor hiçliği- can sıkıcı. daha çarpıcı yahut daha kederli bir tarifi olmaksızın, garip, utanılası ve de şüphesiz ki son derece acınası, can sıkıcı bir ifade: can sıkıntısı. oturmuş bakındığım bu görüş noktasının  natamam olduğunu  affınıza mağruren kabul edebilirim, durağan bir an da hayatın olağan gülünçlüğüne güldüysem pek tabii bir melankoliğin mizah anlayışından fazlasına sahip olmadığımı itiraf eder, elbette er geç yalnızca bir  imge yığınına evrilecek olan bu sayfaların sezdirebileceklerini benden çok daha iyi anlayabileceğinizi de söyleyebilirim. şayet ben son derece beyhûde ümitleri ile yaşamaya çabalayan biri olmaktan fazlası değilim, bugün yazdığıma yarın güleceğim. gün kararır kararmaz inat etmeksizin dosdoğru hayallerime döneceğim. hayat hengâmesinin beni de saçıp savuracağı anı bekler...